Doğurmaktan vazgeçmek gibidir bazı yollardan dönmek! Merdivenin ilk basamağı bile kalın ve yüksek bir duvar gibi durur önünde. Bakarsın, hiç çıkamayacakmışsın gibi gelir. Neydi beni buraya getiren diye sorgularsın, vazgeçip gidemezsin…
Bir an bir şeyler olurdu: bir kâğıt, bir kalem etrafta uçuşurdu. Şiirin büyücü kızı imge, sihirli değneğini doğrultmuş bir kere der, şiir beni yazardı… Bir soluğun içerisine sığdırılmış kelimeler çarçabuk dökülürdü kalemimden. Şiir derin bir aşktı şiirbaza dönüşen yüreğim için…
Her şeyin zamanının geldiği gibi romanın da zamanı gelmişti. Şiirler denemelere, denemeler hikâyelere dönüştü. Okurlarımın da etkisiyle roman aklıma düşmüştü bir kere… Cenin gibi önce benliğime sonra zihnime karıştı, zamanla büyüdü, doğacağı günü bekledi…
Fetüsün ilk ayları gibiydi ön taslağın hazırlanması. Yorgunluk, değişken ruh halleri… Romanla ilgili yeni fikirler oluşmaya başladı. Karakter analizi yapmanın inceliklerini öğrenirken romanın sonunu, bir o karakterini bir bu karakterini düşünür dururdum. Karnım büyümeye başlamıştı… Kâh kavga ederdim karakterlerimle, kâh acırdım. Yaşadıklarına üzülür, gözyaşı dökerdim. Bir elim karnımın üzerinde, düşünceyle okşar, severdim içimde büyüyen çocuğu… Bazen zaman örgüsü karışır, kördüğüm olurdu, bebeğin kordonunun boynuna dolanması gibi. Bazen de kronolojik sıralamayı yapmaya çalışırken yeni karakterler kapımı çalardı birbirininin peşi sıra. Ben onları romanıma buyur edip ağırlarken bir de bakardım ki, bilgisayar başında saatler geçmiş! Belimde ağrı, ayak ve bacaklarımda şişkinlik tıpkı hamileliğin son aylarında ki gibi. Gözlerimin yanması ise cabası…
Sayısız basamağı geride bırakmış yazarları irdelerken merdivenin ilk basamağı baktıkça yükselen bir duvar gibi durur önünde. Bir zamanlar kendinle aynı yerde durmuş olan popüler yazarları eleştirirken adil davranmadığını fark edersin. Kurguyu kâğıt üzerine aktarabilmek bir yana, onu ticari bir meta haline getirmek farklı kaygılar, ayrı bir bakış açısı gerektirir. . Kimi yazarlar gereksiz düşüncelere de kapılabilir zaman ilerledikçe. Hamileliğin son aylarını yaşayan anne adayının da hissettiği istemsiz kasılmalar gibi. Okuyucuya ulaşamazsan yazdığın her şey boşa gidecektir. Kapak tasarımı, dağıtım firmasının etkinliği, yayınevinin imza günü, fuar organizasyonları gibi endişeler kitapta son görünmeye başladıkça artan ve yazarın üretkenliğini törpüleyen kaygılardır. Sanırım, hiçbir yazar bunlarla uğraşmak istemez. Bu yüzdendir ki, yayın evleri ve reklam ajansları bu işlerle ilgilenir, yazarı kendi hikâyesiyle baş başa bırakırlar.
Roman, hamileliğin evreleri gibi, ilk taslaktan son taslağa kadar sürekli değişir, gelişir. Her yeni halini karnını ovuşturarak yeniden seversin. Kitabının baskıya yollanması ise, doğumhane kapısında bekletir insanı, tarifsiz heyecanlar içinde dokuz doğurursun. Görmeden sevmektir ya bir bebeğin annesi olmak, dile gelmeden aşka tutulmaktır bir eserin de sahipliği. Çocuğunu ilk kez kucağına almaya benzer, elinde, ete kemiğe bürünmüş eserin… Yeni doğmuş bebeğin kokusu gibi etkileyici gelir insana kâğıdın keskin kokusu… O gece yastığının altına koyup uyursun da yazarken senin, basıldıktan sonra herkesin olmuş olan cümlelerini.
Dış kapının eşiği gibidir ilk roman… Hayaller ve kaygılarla adımını attığın basamaklardan düşmek olur romanın ölü doğması. Oysaki basamakları bir bir çıkıp hedefe vardığında elde ettiğin başarı hem yazarı hem yayınevini hem de okurları mutlu edecektir. Kitabın kapağına dokunduğunda hissettiğin selefondan buram buram tüten taze matbaa kokusuna kadar her bir puntoya aşkla bağlanacaksındır ilk görüşte. İşte bu, benim de hayalimdir… O ana kadar gittikçe sıklaşacak, şiddeti hep artacaktır roman sancısı…