BABAMIN TAYYARECİLİK RUHU

          Benim bir babam var. Biyolojik babam değildi… Babaydı, babamdı… Babam öğretmişti bana gökyüzünü, bulutları, yağmurları, tayyarecilik ruhunu…

Yıllarca daracık bir kokpitte levyeye düşen alın teriyle alındı oyuncaklarım. Hazırlıklar izledim uçuş öncesi evdeki sessiz adımlarımızı,  annemin itinayla taktığı apoletleri ve bir tatlı telaş ev içi koşuşturmaları… Gidişler izledim, eve yayılan taze kahve kokusunun ardından vedalarla, dualarla… Dönüşler izledim yorgun ama sevinçli: dolu bir valiz aralanırken… Hep ders çalışırken görürdüm babamı eğitimi bitmeyen bir şeydi tayyare dedikleri şeyin, bilirdim, anlamazdım… Pijamalı tayyareye ilk adımımı attığımda babamın yatı valizi kadardı boyum… Çocuk hayallerim kanat üstünde yaşardı…

Gardıroptaki omuzları sırmalı üniformayı gizli gizli giyip aynanın karşısına geçtiğimde daha yeni esmeye başlamıştı başımdaki kavak yelleri… Her pilot çocuğu gibi bende özenmiştim. Kanıma işlemişti babamın tayyarecilik ruhu daha küçüklükten… Olmadı. Nasibim değilmiş bir uçağın pilot köşkünde oturmak! Uçuş tutkusu bambaşka bir şeydi, bildiğim, kanıksadığım bir tat! Tayyarenin bir ucundan tutmak istedi çocukluğum…

Daha 19 yaşımdaydım. Hızmamı, saçımdaki renkli boncukları, deri bileklikleri, halhalımı çıkarıp ilk topuklu pabucumu ve döpiyesimi giyeli. Hostes olacaktım… “Neden?” Diye sordular mülakatta. “Babama hayranım…” dedim. “Seni seçmezsek ne yapacaksın?” dediler. “Başka bir şirkete başvuracağım, çünkü ben bu işi istiyorum…” diye yanıtladım.  Eğitime çağırdılar. ‘Hostes’ olacaktım, ‘Kabin Memuru’ olacakmışım, öğrendim. Babam tayyare derdi, uçak diyormuş siviller, anladım. Sordular: “Böyle bir meslek olduğunu bilmiyordum…” dedim. Gülecekler sandım, meğer herkes aynı şeyi söylermiş, bunu da öğrendim. Babamın tayyarecilik ruhu başka bir şekle büründü bedenimde, inanamadım. Güzel bir öğretmenimiz vardı, ‘Başhostes’ diyorlardı. Onunla yer değiştirdi kaptan köşkünde oturan hayallerim. Bir gün O’nun gibi olmak ve bu mesleği öğretmek…

Babamla aldım ilk brövemi, üniformamı. Ona laf getirmemek için çok ders çalıştım eğitim sonrasında da. “Zaman, çabuk geçer!” dediler… “Başladın mı bırakamazsın” dediler, dediler… Babamın tayyarecilik ruhunun bütün hayatıma yayılmasını istedim, izledim… Uzun zaman geçti üzerinden. Evlilikler duydum, vefatlar, doğumlar… Çoğuna yetişemedim. Uçakta geçirirdim bayramları, özel günleri. “Bir sen yoksun…” diye başlayan cümleler işittim. Düğün günüme de uçuş planlamışlardı, aldırdım. Dünyanın her yerinde beş yıldızlı otellerde konakladım. Yine de evimin sıcaklığını, yastığımdaki huzuru aradım. Fotoğraflarla yaşadım tüm sevdalarımı. Oğlumun ilk adımını göremedim, ilk dişinin çıkmasını… Yılların gözlerimin önünden geçip gitmesini izledim. Güzel anılarım oldu, kalbime koca bir dünya sığdırdım… Kurşun yaraları da oldu. Bir uçağın gökyüzüne dağılan küçücük parçalarından ateş olup büyüyerek yüreğime düşen… Vazgeçmedim.

Babam sımsıcak bir yaz günü veda etti tayyaresine. Çiçeklerle, alkışlarla, gözyaşları ve gururla… Teşekkür ettim O’na, bana armağan ettiği gökyüzü için…

Aynaya dönüp baktığımda omuzu sırmalı bir üniforma görmeyeli çok zaman oldu. Gözüm yıllardır tek kanatlı bröveye takılıyor. “Bir kanadım eksik kaldı…” diye düşünmüyorum. Biz havacılar dağılıp bozulan bir yap-bozun renkli parçaları gibiyiz, gereken zamanlarda birbirine tutunmayı bilen büyük bir aileyiz. Aynı ruhu taşıyan, etrafına yayan…

 

 

 

 

Leave a Reply