Çalışmak, birey olmak, anne olmak, evlat olmak, bir eş hatta bir futbol takımının taraftarı olmak… Hep aynı marka kot pantolonu giymek, her zaman aynı süpermarkete gitmek, aynı marka sütü almak… Benzini her daim aynı benzinciden almak… Hayatın kendisi seçimler üzerine kurulmuş. Daha çocuk yaşta hayal kahramanımızı seçmişiz, genelde güçlüden yana olmak kaydıyla: Superman ya da Batman… Ya Burger King’çi olmuşuz ya Mc Donalds’çı! Ya Pepsi ya Coca Cola’yı tercih etmişiz istikrarlı olarak. Taraf olmak öğrenilmiş bir davranış bazense içgüdüyle varılan bir durak. Son günlerde hep aynı soruyu duyuyorum çevremden. Hangi taraftayım?
Taraf olduğum için mi hayatımın akışı bir anda yön değiştirdi yoksa olamadığım için mi? Su akar yolunu bulurdu ama benim gönlümden süzülen pınarlar yanlış yollara mı aktı? Doğru taraf neresiydi, yanlış olan neresi?
Biliyorum ki, kanat üstünün ziyaretçileri bunu okumak istiyorlar. Yorumlardan belli! İlkyazı her zaman önemlidir bir yazar için. İlk haber, ilk röportaj, ilk kitap… Başlangıç için 15 yılımı verdiğim kabin memurluğu ile 4 yılımı doldurduğum anneliğimi irdelemek istemiştim. Amacım kendimi ispat etmek ya da birilerini karalamak değildi. Bu köşe kanadın üzerinde yaşanan hayatların sesini duyurabileceği ve o hayatlara ulaşmayı hedefleyen bir yerdi düşüncemde. Göğsünde tek kanatlı bröveyi taşıyan ve bundan onur duyanların köşesi… Ben sadece ulak oldum… Kelimeleri kulaktan kulağa fısıldayan… Değil miydi sanatçı dışında her şeyin kolay olunabilirliği… Bir yazar da, şair de kelimeleriyle oynardı ustalıkla. Şiirbaz, kelimelerin arasına hapsederdi koca koca anlamları, kısacık kelimelerin ardına gizlerdi derin manaları… Yazar, herkesin yaşadığı ancak anlatamadığı ne varsa sandığında, çıkarıp, etrafa saçardı… Yaşayan kişi okuduğunda “Ben bile bu kadar iyi anlatamazdım” derse doğru anlamlar yüklenmiş olurdu tümcelere… Yazma sanatı böyle bir şeydi: kelimeleri dağıtıp, aralarından seçtiklerinle harflerden kuleler yapmak, içerisine yeni hayatlar kurmak ve bunları herkese sunmak. İlk yayıncım derdi ki: “Şiir yazarken senindir, yazdıktan sonra ise herkesin…” İşte ben de bunu yapmak istemiştim. Sadece her zaman yapmak istediğim şeyi yapmayı: sadece yazmayı… Artık hiçbir dergiyle bağım kalmamıştı. Sırf “Şimdi senin o güzel yazılarını bir daha okuyamayacağım için üzülüyorum” diye gözleri dolu dolu serzenişte bulunan Fehiman Hanım mutlu olsun diye, “Beni yine ağlattın!” diyen Binnur ve aynı cümleyi tekrar eden diğerlerinin gözleri yine yaşarsın diye… Koşulsuzca okuyan ve hissedenler için… İçime iğne oyası neyi işlediysem ortaya çıkarmak… Yani her zamanki Semra gibi… Aykırı durmak için değil, anlaşılmak için… Ulaşmak… Paylaşmak… Acınmak için değil, konuşmadığım için… Önce benim olan ne varsa, herkesin olsun!
“Hangi taraf?” Diyorlar, bilmiyorlar ki, ben Araftayım…
Mr. Nathan, Boeing 777 eğitiminde, gözümüzü bambaşka bir noktaya çevirmiş, o nokta bizim için yepyeni bir ufuk çizgisi olmuştu. Mr. Nathan: “Yaşam ve ölüm için gereken güç ellerinizin arasında. Kabin Memuru ölüm ve hayatın gücüne sahiptir.” Demişti. Haklıydı. Ancak bir Kabin Memuru sorumlu olduğu kişileri, zor anlarda, hayatın içine çekebilirdi. Kabin Memurluğu sıradan bir meslek değildi. Her şey, her an olabilirdi. Kabin Memuru, tayyarenin her hareketini hissetmek, yolcusunu tanımak, el kitabında ne yazdığını bilmek zorundaydı. Kabin Memurluğu ciddi bir işti. Ve her Kabin Memuru, insanların güvenliğini sağladığı bir işe sahip olduğunu bilmeliydi. Ben böyle bir kabin memuru olmak için emek sarf ettim. Sonunda ne olmuş olursa olsun… Taraf olmadım, Araf’ta yer buldum.
Tayyareci için “Sağ&Sol” kavramı yoktur… “Tayyarenin sağı&solu” kavramı vardır. Kabin Memuru kendi sağı ya da soluna göre karar verirse; yanlış karar verir. Tarih, kendi sağı-soluna göre karar veren kabin memuru nedeniyle düşen bir uçağı yazmıştır. Bir kabin memuru için uçuşun yönü bellidir, değişmez… Ve bir kabin memuru, ne için eğitildiyse gereğini yapar…
Yazılarımın sadece “İnsan” olarak okunmasını ve ideolojik anlamlar yüklenmemesini diliyorum…